YENİ BİR DEVAM FİLMİ
İlk film Blade Runner, 1982 yılında çekildi. Çekildiği
tarihte pek ilgi çekmeyen bu fantastik bilim kurgu yapıtı daha sonra özellikle
2000’lerden sonra ilgi topladı ve kült filmler arasına girdi. O tarihlerde ilgi
toplayamamasının nedeni, belki de kendi zamanının çok ötesinde fikir
tomurcukları ve anlaşılmaz, mantık dışı ve alternatif sonuçlara çıkabilecek
senaryosuydu.
Artık Hollywood’da senaryo sıkıntısından mıdır bilinmez ama
seksenlerin kült ve sevilen filmlerine ya yeni teknolojiyle çekim yapılıyor (ki
bu bana her zaman “Taklitler asıllarını yaşatır” cümlesini hatırlatıyor.) veya
devam filmi ile ilgi toplamaya çalışılıyor. Devam filmi çekmek gerçekten zor iş
olsa gerek. İzleyicinin belli bir beklentisi var ve onu karşılayamazsanız
sonunuz hüsran olur.
(Yazının devamında çeşitli dozlarda spoiler yutabilirsiniz,
benden günah gitti.)
KIYAMET VE KARANLIK DÜNYA
Bladerunner, tıpkı Terminatör ve benzerleri gibi alternatif
gelecekte karanlık ve depresif fikrinden beslenen ve o ütopik dünyada yaşayan
bir senaryoya sahip. İlk filmde dünya üzerine
dağılmaya başlamış olan yapay zekâlar bertaraf edilerek, devam nesilleri oluşturulmuş ve sayıları
milyonlarla ifade edilir hale gelmiştir.
Nükleer enerjinin sebep olduğu bir “kıyamet” olmuş ki, bu
öyle gösteriyor ki insan neslinin çok büyük bir oranda yok olmasına sebep
olmuştur. Toprakta radyasyon bulunuyor. İnsanın dünyaya bu şekilde bir kıyamet
getirmesi gerçekten ihtimaller dâhilindedir. Bugün dünyada var olan nükleer
silahlar ve nükleer tesisler insanlığın sonunu getirmek isteyen kişilerin eline
geçerse vay halimize. Tabii başlı başına bu konuyu masaya yatıran bir çok film,
kitap, belgesel bulunuyor.
Kıyametten geriye kalan insanlar karanlık ve gizli bir hayat
yaşıyorlar. (Yetimhane ve çöplükteki gibi insanlar.) Çünkü sokakta dolaşan ve “gerçek”
diye ifade edilen varlıklar da replicant. Yeni nesil replicantlardan oluşan bir
polis devleti her şeye hâkim durumda. Niander Wallace (Jared Leto) isimli bir psikopat her şeyi yönetiyor.
YAPAY ZEKÂNIN YAPAY ZEKÂSI OLUR MU?
İnsanlar henüz yapay zekâ fikrine bile alışmamışken, yapay zekânın
arkadaşı olan bir başka yapay zekayla tanışıyoruz bu filmde.(Joi isimli uygulama) Yani vücudu olan
bir yapay zekâ ve vücutsuz (bugünkü yapay zekâların en üst sürümü diyebiliriz)
yapay zekâ sevgili olmuş. Olaya duyguları olmayan iki işletim sistemi şeklinde
bakarsak, programlarının gereğini mi yapıyorlar? Cevaplanması daha zor olan
soru ise şu: İnsan bizzat kendisi dünyadan giderken neden kendi yerine yapay
zekâlı bu sistemleri bıraksın?
KAZAN DOĞURDU
Gelelim senaryonun asıl konusuna. En baştan bir yapay zeka olduğunu bildiğimiz “K”
(Ryan Gosling) çevresinde geçen film bizi Rick Deckard’a (Harrison Ford) kadar
götürüyor. İlk film ve sonrasında kesilen parçaların eklenmesiyle insan mı
yoksa replicant mı olduğu tartışmalı bırakılan Deckard’ın, ikinci filmde daha somut
kanıtlarla replicant olduğunu anlıyoruz. Ama hala bir açık kapı var.
Filmin düğüm noktası ise iki android’in bir araya gelerek
nasıl çocuk dünyaya getirebildiği. Organik olmayan iki varlıktan bahsediyoruz. Nasrettin
Hoca’nın fıkrasındaki soruya benziyor ama tersten. “Kazanın öldüğüne
inanıyorsun da doğduğuna niye inanmıyorsun?” Anroidler bütün insani
fonksiyonları yerine getirebiliyorlarsa neden doğurmasınlar? Fakat nasıl bir
donanım ve yazılım bunu sağlayabilir? Ardı ardına sıralanabilecek sorular var.
Çocuğun mekanik vücudu nasıl büyüyebilir ki?
Tartışmaya ancak şu şekilde mantıklı bir açıklama gelebilir. Deckard ve Rachael (Sean Young)üzerinde insanlara ait bazı özelikler var.
Tartışmaya ancak şu şekilde mantıklı bir açıklama gelebilir. Deckard ve Rachael (Sean Young)üzerinde insanlara ait bazı özelikler var.
MAALESEF RUHU YOK
Senaryo tamamen “K” çevresinde gelişirken, onun yaşadığı
duygusal değişimleri ölçüp tartmak için oldukça vaktimiz var. Bir android daha
basit deyişiyle bir robot nasıl bu kadar duyguya sahip olabiliyor? Üzüntü, şaşkınlık, hırs, kandırılmışlık hissi,
yardımseverlik gibi duygular arasında geçişler yaparken yüzünde bu durumları
hissetmesek de iç dünyasını anlayabiliyoruz. “Yapay zeka ne kadar insan
olabilir?” sorusuna cevap arayan bu filmde, bence en kritik konuşma K ile Teğmen
Joshi (Robin Wright) arasında geçiyor.
Hatırladığım kadarıyla:
-
Benden ilk defa ruhu olan birisini mi öldürmemi mi
istiyorsunuz?
-
Göreve karşı gelmeyeceksin değil mi?
Bu itirazı ancak vicdanı, dolayısıyla ruhu olan birisi
yapabilirdi diye yorumluyorum. Daha sonra yaşananlardan yola çıktığımızda ise K
için geriye söylenebilecek tek söz kalıyor: “Maalesef ruhu yok, onun için hiç mi hiç şansı
yok.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder