7 Ekim 2017 Cumartesi

Blade Runner 2049


YENİ BİR DEVAM FİLMİ

İlk film Blade Runner, 1982 yılında çekildi. Çekildiği tarihte pek ilgi çekmeyen bu fantastik bilim kurgu yapıtı daha sonra özellikle 2000’lerden sonra ilgi topladı ve kült filmler arasına girdi. O tarihlerde ilgi toplayamamasının nedeni, belki de kendi zamanının çok ötesinde fikir tomurcukları ve anlaşılmaz, mantık dışı ve alternatif sonuçlara çıkabilecek senaryosuydu.

Artık Hollywood’da senaryo sıkıntısından mıdır bilinmez ama seksenlerin kült ve sevilen filmlerine ya yeni teknolojiyle çekim yapılıyor (ki bu bana her zaman “Taklitler asıllarını yaşatır” cümlesini hatırlatıyor.) veya devam filmi ile ilgi toplamaya çalışılıyor. Devam filmi çekmek gerçekten zor iş olsa gerek. İzleyicinin belli bir beklentisi var ve onu karşılayamazsanız sonunuz hüsran olur.

(Yazının devamında çeşitli dozlarda spoiler yutabilirsiniz, benden günah gitti.)


KIYAMET VE KARANLIK DÜNYA

Bladerunner, tıpkı Terminatör ve benzerleri gibi alternatif gelecekte karanlık ve depresif fikrinden beslenen ve o ütopik dünyada yaşayan bir senaryoya sahip.  İlk filmde dünya üzerine dağılmaya başlamış olan yapay zekâlar bertaraf edilerek,  devam nesilleri oluşturulmuş ve sayıları milyonlarla ifade edilir hale gelmiştir.

Nükleer enerjinin sebep olduğu bir “kıyamet” olmuş ki, bu öyle gösteriyor ki insan neslinin çok büyük bir oranda yok olmasına sebep olmuştur. Toprakta radyasyon bulunuyor. İnsanın dünyaya bu şekilde bir kıyamet getirmesi gerçekten ihtimaller dâhilindedir. Bugün dünyada var olan nükleer silahlar ve nükleer tesisler insanlığın sonunu getirmek isteyen kişilerin eline geçerse vay halimize. Tabii başlı başına bu konuyu masaya yatıran bir çok film, kitap, belgesel bulunuyor.

Kıyametten geriye kalan insanlar karanlık ve gizli bir hayat yaşıyorlar. (Yetimhane ve çöplükteki gibi insanlar.) Çünkü sokakta dolaşan ve “gerçek” diye ifade edilen varlıklar da replicant. Yeni nesil replicantlardan oluşan bir polis devleti her şeye hâkim durumda. Niander Wallace (Jared Leto)  isimli bir psikopat her şeyi yönetiyor.



YAPAY ZEKÂNIN YAPAY ZEKÂSI OLUR MU?

İnsanlar henüz yapay zekâ fikrine bile alışmamışken, yapay zekânın arkadaşı olan bir başka yapay zekayla tanışıyoruz bu filmde.(Joi isimli uygulama) Yani vücudu olan bir yapay zekâ ve vücutsuz (bugünkü yapay zekâların en üst sürümü diyebiliriz) yapay zekâ sevgili olmuş. Olaya duyguları olmayan iki işletim sistemi şeklinde bakarsak, programlarının gereğini mi yapıyorlar? Cevaplanması daha zor olan soru ise şu: İnsan bizzat kendisi dünyadan giderken neden kendi yerine yapay zekâlı bu sistemleri bıraksın?




KAZAN DOĞURDU

Gelelim senaryonun asıl konusuna.  En baştan bir yapay zeka olduğunu bildiğimiz “K” (Ryan Gosling) çevresinde geçen film bizi Rick Deckard’a (Harrison Ford) kadar götürüyor. İlk film ve sonrasında kesilen parçaların eklenmesiyle insan mı yoksa replicant mı olduğu tartışmalı bırakılan Deckard’ın, ikinci filmde daha somut kanıtlarla replicant olduğunu anlıyoruz. Ama hala bir açık kapı var.

Filmin düğüm noktası ise iki android’in bir araya gelerek nasıl çocuk dünyaya getirebildiği. Organik olmayan iki varlıktan bahsediyoruz. Nasrettin Hoca’nın fıkrasındaki soruya benziyor ama tersten. “Kazanın öldüğüne inanıyorsun da doğduğuna niye inanmıyorsun?” Anroidler bütün insani fonksiyonları yerine getirebiliyorlarsa neden doğurmasınlar? Fakat nasıl bir donanım ve yazılım bunu sağlayabilir? Ardı ardına sıralanabilecek sorular var. Çocuğun mekanik vücudu nasıl büyüyebilir ki?
Tartışmaya ancak şu şekilde mantıklı bir açıklama gelebilir. Deckard ve Rachael (Sean Young)üzerinde insanlara ait bazı özelikler var.




MAALESEF RUHU YOK

Senaryo tamamen “K” çevresinde gelişirken, onun yaşadığı duygusal değişimleri ölçüp tartmak için oldukça vaktimiz var. Bir android daha basit deyişiyle bir robot nasıl bu kadar duyguya sahip olabiliyor? Üzüntü,  şaşkınlık, hırs, kandırılmışlık hissi, yardımseverlik gibi duygular arasında geçişler yaparken yüzünde bu durumları hissetmesek de iç dünyasını anlayabiliyoruz. “Yapay zeka ne kadar insan olabilir?” sorusuna cevap arayan bu filmde, bence en kritik konuşma K ile Teğmen Joshi (Robin Wright) arasında geçiyor. 

Hatırladığım kadarıyla:
-          Benden ilk defa ruhu olan birisini mi öldürmemi mi istiyorsunuz?
-          Göreve karşı gelmeyeceksin değil mi?

Bu itirazı ancak vicdanı, dolayısıyla ruhu olan birisi yapabilirdi diye yorumluyorum. Daha sonra yaşananlardan yola çıktığımızda ise K için geriye söylenebilecek tek söz kalıyor:  “Maalesef ruhu yok, onun için hiç mi hiç şansı yok.”




Hiç yorum yok: