“Eve iş getirmek” deyimini bilirsiniz. Peki ya “İşe ev getirmek” deyimini duydunuz mu? Bu ikincisi iş dünyasında daha çok konuşulur. Çünkü hiç kimse sorunlarını kamyonla işe taşıyan çalışanları sevmez. Sevmez, çünkü bu sorunlar iş yapma şeklimizi derinden etkiler.
Geçtiğimiz hafta, tavsiyeler sonucunda izlediğim “Severance” dizisi işte bu konuları düşünmeme neden oldu. Dizi geçen sene (2022) yayınlandı. Olaylar tıpkı “Black Mirror” gibi distopik bir dünyada yaşanıyor. İzlemeyenlere tavsiye ederim.
Severance; ayrılma, hatta kıdem tazminatını alarak ayrılma anlamına geliyor. Dizide ise iş ve özel yaşamı birbirinden tümüyle ayırmak için kişilerin ameliyatla beynine çip yerleştirmesi anlamına geliyor. Şirkette çalışan kişilerin iş hayatı ve iş dışındaki hayatı birbirinden tamamen ayrı. İşte yaşadıklarını normal hayatlarında hatırlamıyorlar. Bunun tam tersi de geçerli. Ayrılma operasyonu geçiren çalışanlar büyük bir binanın bodrum katında çalışıyorlar. Bodrum katına inerken iş hayatı kimliklerine geçiyorlar.
Spoiler vermeyeceğim. Sadece bu fikrin gerçekte olması durumunda neler yaşardık bunu irdeleyeceğim.
Olumlu taraflarıyla başlayalım. İş dışında başımıza gelen olumsuzluklar geride kalıyor. Taze bir beyinle, tüm endişeleri geride bırakarak çalışıyoruz. Odaklanma sorunu yaşama olasılığımız sıfıra yakın. (Burada sadece fiziksel olarak yani vücut olarak yorgunsak etkilenebiliriz.) Kişilere yaklaşımımız önyargısız (nötr) olacaktır. Dolayısıyla ekip olmak noktasında sorunlar da geride kalıyor. İşten çıkıyoruz. Bu kez de işyerinde yaşadıklarımız bizi etkilemiyor. Çalışmak için mükemmel bir zemin var gibi gözüküyor.
Olumsuz taraflarına da bakalım. Bir kere sıfırdan iş hayata başlayan kişi geçmiş tecrübelerini işe nasıl taşıyabilir? İnsanların davranışlarını analiz edebilmek için geçmişten gelen süzgeçlere ihtiyaç yok mu? Yapılan iş hakkında sadece iş saatleri içinde düşünmek yaratıcılık hakkında bir kısıt getirmez mi? Çoğumuz işten çıktıktan sonra da birçok konuyu analiz ediyoruz. Ertesi gün düşünceler olgunlaşmış şekilde işe geliyoruz. En kötüsü de iş kimliğimiz 8 saat, geride kalan kimliğimizde 16 saat yaşıyor.
Düşündükçe liste uzayıp gidiyor. Peki, biz eve iş getirmeme ve işe ev getirmeme konularında ne kadar başarılıyız? Çalışma hayatında farklı örnekler gördüm. Normal hayatında ciddi sorunlar yaşamasına rağmen işe geldiği anda şalteri indiren kişiler... Bazen “İşkolik” diye adlandırılan iş bağımlıları. Bu sebeplerle sosyal hayatları çoğunlukla zarara uğrayan kişilerdir. Diğer tarafta ise normal hayatının iş hayatının büyük kısmını ele geçirmesine izin vermiş kişiler var. Borsa takipçileri, yatırım guruları, dışarıdan birileriyle sürekli irtibatta olanlar... Bu kişiler de çoğunlukla toplam verimsizliğin başkahramanları oluyor. Her ikisi de tanıdık geliyor olmalı. Çünkü mutlaka bu iki uç arasında bir yerdeyiz.