İnsanlık tarihinin her zaman en önemli soruları arasında, şu
ikisi hiçbir zaman önemini kaybetmeyecek: “Yaşam için elverişli olan başka
gezegenler var mı?” “Eğer böyle
gezegenler varsa oralara nasıl gidebiliriz?” Orada hayat var mı bilinmez ama en
yakın yıldız sistemine ulaşabilmemiz için 40 trilyon kilometre kat etmemi lazım
ve bugünün teknolojisi ile o sisteme ulaşmak 30 bin yıl sürüyor. Bu
rakam tahmini insanlık tarihine yakın diyebiliriz.
Başka yıldızlara
yolculuk
Nisan 2016’da Stephan Hawking yaptığı açıklamada başka
yıldız sistemlerine gitmemiz gerekiyor ve buna küçük (çip boyutunda) uzay
gemileri yaparak başlayabiliriz dedi. Lazer teknolojisi ve yelkenli minyatür
bir gemi sayesinde ışık hızının yüzde 20’sine ulaşmak mümkün ve bu durumda en
yakın yıldız sistemine 20 yıl içinde varılabiliyor. Tabii şu anda hayali
görünen bu çalışma için teknolojik olarak ciddi bir seviye atlamak gerekli.
Gerçek hayatta uzay yolculuğunun henüz başlangıç
aşamasındayız. Ancak Passengers filminde ışık hızının yarısına ulaşabilecek
kadar hızlı giden devasa büyük bir uzay gemisine sahibiz. İnsan ömrü bu
yolculuğa yetmeyeceği için (120 yıl kadar) dondurulmuş vaziyette yolculuk
yapılabiliyor. 5000 yolcu ve mürettebat uykudalar, uzay gemisi kendi rotasında
gidiyor.
90 yıl yalnız kalmak
mı?
(Yazının devamı spoiler içerir)
(Yazının devamı spoiler içerir)
Beklenmedik bir şey oluyor, Jim Preston (Chris Pratt) isimli
bir yolcu erken uyanıyor ve geminin içinde kimse yokken tek başına yaşamaya
başlıyor. Marslı filmindeki gibi yiyecek, içecek derdi yok. Yeni Hayat filminde
adada yalnız kalan adam gibi bir adaptasyon derdi de yok. Fakat yalnızlık
canına tak etmiştir artık. Çünkü yalnızca yalnızlık hissi bile insanı zayıflatan güçsüz
hissettiren bir durum ve hatta içine düşülen ümitsizlik intihara kadar
sürükleyebilir.
Jim uyuyan yolculardan Aurora Lane (Jennifer Lawrence)’ın
hayatını araştırır ve O’na âşık olur, sonunda O’nu uyandırmaya karar verir.
İşlerin sarpa sarmaya başladığı, uzay gemisindeki arızalar zinciri filmin bütünü içinde küçük bir yer kaplasa da sürükleyici diyebiliriz. Keşke mürettebattan uyanan tek adam olan Laurence
Fishburne (Gus Mancuso)’nun rolü daha uzun olsaydı.
Filmde cevapsız
sorular
Filmin en kötü yanlarından birisi, fazla olay olmaması ve
vardığı yerin çok da şaşırtmaması diyebilirim. Ancak bu ve benzeri eleştirilerin
dışında beni en çok rahatsız eden yanı cevapsız sorular bırakması oldu. Anladığım
kadarıyla yapay zekâ belli kararları uygulayacak kadar gelişmemiş, o halde 5000 kişilik devasa bir
gemi herkes uyurken neye güvenerek yol alıyor? Gemi neredeyse patlayacak kadar
arızalandığı halde, neden yapay zekâ bu acil durumda kaptanları uyandırmıyor?
Oyunculukların senaryodan daha ön plana çıktığı (Özellikle
Michael Sheen- Arthur isimli bir android) bu filmde anlatılmak istenen konu
daha geniş bir şekilde işlenebilirmiş. Yine de psikoloji, gerilim ve bilim kurguyu
harmanladığı için görülmeye değer bir film. İnsanoğlunun uzaydaki keşifleri
arttıkça ve belki uzaklara yolculuk yapma fikri gerçekleşmeye başladıkça uzay yolculuğuna bağlı kim bilir kaç senaryo daha
yazılacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder