14 Mart 2014 Cuma

DR. MOREAU'NUN ADASI (kimlik tartışması-4)

DR. MOREAU'NUN ADASI


Bir kimliğe sahip olmanın birinci şartı benlik olsa gerek. Öyle ya,  akıldan yoksun insanlar ve bu âlemde hoyrat bir şekilde yaşayan hayvanlar fazlaca bir benlik duygusu beslemeden yaşarlar ve sadece yaşamlarını sürdürmek için düşünür, kavga eder ve yarışırlar. Daha da ötesinde bir emelleri, kendilerini tanıtacakları bir kimlikleri oluşmamıştır. H.G. Wells enteresan romanı “Dr. Moreau’nun Adası”’da kimlik konusunu tartışmaya işte tam da buradan açmış. Roman beyazperdeye iki kez aktarılmış.



Nobel ödüllü bir bilim adamı olan Moreau (Marlon Brando), deneylerini gerçekleştirebilmek için okyanusun ortasında ıssız bir adaya yerleşmiş ve orada yaşamaya başlamıştır. Yanında çalışan Montgomery (Val Kilmer) zaman zaman gerekli denek hayvanları ve malzemeleri tedarik etmek için başka yerlere seyahat etmektedir. İşte bu seyahatlerden birinde Douglas (David Thewlis) isimli kayıp yolcuyu bularak onu da adaya getirmiştir. Douglas’ın gerçeklerle yüzleşmesi  de fazla zaman almaz. Adada insan ve hayvan genlerinden ortaya çıkan garip mahlûkatlar yaşamaktadır. Asılları hayvan olan bu varlıklar çeşitli kurallarla insan gibi yaşamaya zorlanmaktadır. Mesela et yemek yasaklanmıştır.


Moreau, gerçekleri görünce çılgına dönen Douglas’ı sakinleştirmek istemekte ve yaptığı deneyleri de sureti haktan göstermeye çabalamaktadır. Asıl amacının mükemmel insana ulaşmak istediğini anlatan Moreau bu yolda yaptığı hamleleri de normal saymakta beis görmemektedir.
İnsan neslini ıslah etmek deyince aklımıza hemen; Akıl hastaları, sakatlar, doğuştan körler, kalıtsal hastalığı olanları yok etmeye çalışan “Öjeni teorisi” ve bunun en güçlü uygulayıcısı olan Adolf Hitler, Mussolini gibi diktatörler gelmektedir. (Temelleri Darwin teorisine dayanan Öjeni’ye göre sakat olan bireyler ortadan kaldırılırsa nesil iyiye gider.) Öjeniyle paralel olmasa da Dr.Moreau’nun teorisi de  acı üzerine kuruludur. Ortaya çıkarttığı bu insanımsı varlıkları elektronik çiplerle kontrol etmekte, isterse gerekli miktar acı verebilmektedir.

Filmde leopar benzeri insanımsı varlık yanlışlıkla öldürülmüştür. Kimlikleri yarı gelişmiş olan hayvan insanlar bu olayı içerlemişler ve Babaları yani Dr. Moreau hakkında farklı düşüncelere kapılmaya başlamışlardır.  (Godfather rolünde tanıdığımız Marlon Brando bu filmde de “baba” diye anılmakta ve kendini adada “god” tanrı ile eşdeğer görmektedir.)




İnsanlar karmaşıktır, hayvanlar ise basit. Mesela bir kaplan sizi yemeye çalışır, bir ceylan sizden kaçar ama insanların ne yapacağını kestiremezsiniz. Dr. Moreu’nun en büyük yanılgısı da hayvanlara belli düzeyde zekâ verirken gün gelip, “Baba biz neyiz? Biz neden sana benzemiyoruz?” sorularıyla karşılaşacağını kestirememesi oldu. Kediden insana dönüştürdüğü kızı Aissa (Fairuza Balk) dahi bu şüphelere düşmüştür.
Öldürülen varlığın en yakın arkadaşı diğerlerini organize ederek bu imparatorluğun sonunu hazırladı. Onların deyimiyle Baba’nın onları dönüştürmeye çalıştığı şey çok zor ve doğalarına ters. Hem hayvana benzemek hem de insan gibi düşünmek acı veriyor olmalı. Olmak istedikleri ve olmaya mecbur bırakıldıkları şey, kimlik probleminin en çarpıcı örneği.



Filmin sonunda Douglas’ın verdiği mesaj çok açık…“Bazen insan dostlarıma bakıyorum ve hayvan insanlarla benzerlikler görüyorum. İçlerindeki hayvanın kabardığını düşünüyorum. Ne tamamen hayvanlar, ne de tamamen insan. İkisinin tutarsız bir bileşimini görüyorum. En az Moreu’nun yarattıkları kadar tutarsızlar….ve korku içinde uzaklaşıyorum.” 

Hiç yorum yok: